11 Kas 2011

urban cultures of global prayers


The Urban Cultures of Global Prayers is the main exhibition project emerging from "global prayers - redemption and liberation in the city". It merges documentary and audio-visual explorations into the religious production of cities and space in numerous metropolises (among them Rio de Janeiro, Lagos and Istanbul) with contemporary artistic positions on the subject. The exhibition will be opened on November 11, in the NGBK (Berlin), where it will be on view until January 8. Afterwards, it will be shown in CamAustria (Graz) from January 28 through March 31.

Gilles Aubry (CH), Sabine Bitter / Helmut Weber
(AT/CA), Lía Dansker (AR), Aryo Danusiri (ID),
Katja Eydel (DE), Frida Hartz (MX), Magdalena
Kallenberger / Dorothea Nold (DE), Verónica
Mastrosimone (AR), Rika Collective (KE),
Sandra Schäfer (DE), Surabhi Sharma (IN),
Sevgi Ortaç (TR), Jens Wenkel / Lagos Film
Workshop (NG), Paola Yacoub (LB)

Eröffnung / Opening: 27. 1. 2012
Ausstellungsdauer / Duration:
28. 1. – 1. 4. 2012









3 Ağu 2011

sura doymayanlar için yeni fetih senaryoları

fotoğraf notları/aralık 2010 ve the new city reader 2012
English Version here

dikine büyüyen şehrin enine direnen savunma yapısı 
Şehrin ortasında dikilen dev bir kütle. Bir türlü sığamadığımız, itiş kakış paylaşamadığımız şehirde, gölgesi 7 kilometreye 40 metrelik bir alana düşen bir yapıya ancak yeryüzü şekli denebilir. Demezsek kavga çıkar. Surlar bu büyük kavgadan ne kültürel miras başlığıyla, ne de turistik bir cazibe nesnesi olarak kurtulamaz. Savunmanın, ayrışmanın, korunmanın anlamlarının değiştiği bir şehirde içeridekileri dışarıdakilerden, düzeni bilinmezlikten, medeniyeti yabaniden ayırmakla görevli surlar da dönüşmek zorunda.

Şu sıra sur dibine yapılan dev buz pateni pistiyle Ali’nin sura bitişik evi karşılıklı bakışıyorlar; aslında ikisi de teknik olarak kaçak. İktidarın ürettiği enformel ile Ali’nin ürettiğini yan yana getiren mekan, yakın bir zamana kadar şehrin çeperi, istenmeyen ya da gözden çıkarılmış bir alan, bir geçiş ve eşik izlenimi veren sur boyu.   Kaldı ki sur sadece bir alan olarak değil bir destek yapısı olarak da iş görüyor. Beyazıt’tan kovulup Merkez Efendi’ye, oradan kovulup “son kale”ye sığınan bitpazarını pazar sabahı zabıta basıyor, eline geçeni ateşe veriyor. Ateşten kapkara olmuş sur duvarı, tarihi eserle, çatışma ortasında yanan bir barikat olmak arasında savruladursun, sonunda bitpazarı yerinden olsa da ertesi gün bitpazarının terk ettiği hendekte Çingene çadırları kuruluyor. Sur tüm mekânsallığıyla seyirlik bir dekor haline gelmeye direniyor. Kendisine eklemlenen ve kendisinden beslenen pek çok barınma yapısını, enformel ekonomiyi ve efsaneleşmiş şehir tarihini mimari anlatısının özündeki savunma işleviyle çevreliyor. Dolayısıyla bugünün İstanbul’unda hala yıkılması, aşılması hedeflenen sakıncalı bir çarpışma ve yüzleşme alanı sur. Her sokağı kameralarla izlenmeye çalışılan bir şehirde; kapıları, hendekleri, duvarları, mahzenleri, dehlizleriyle şehrin ortasında dev bir labirent ve bugün de arkasında saklanılıp, içinde kaybolunabilecek, sürekli yenilenen bir savunma yapısı. Ne Menderes yıkımları, ne Dalan’ın şehre yeni surlar örme planı, ne inşaat şirketlerine yedirilen Unesco yardımları ne de surlara yöneltilen dev ışık kaynakları surları dize getirmeyi başaramadı.

Nihayetinde suru yaşar kılan çevreyi külliyen kurutma faaliyetlerinin yeni bir aşamasındayız. Sulukule yıkımları bunlardan sadece bir tanesiydi. Sulukule’deki arkeolojik buluntular süreci biraz yavaşlatsa da inşaatı durduramadı, çünkü arkeolojik kazı çukurunu balonlarla süsleyip, açılış günü temel atma çukuru olarak kullanabilen bir zihniyetle karşılaştı. Fakat Marmaray Projesi Yenikapı’daki buluntulara toslayınca, Yedikule’de metro inşaatıyla sur arasında sıkışan birkaç eski ev biraz daha vakit kazandı. Bütün gözler Sulukule’nin üzerindeyken, sur boyunda, Mevlevihanekapı’da, Belgradkapı’da Yedikule’de, Edirnekapı’da küçük şantiye alanları belirdi, evler arsalar el değiştirdi, kaşla göz arasında yıkıldı, yıkılacak. Suru yaşar kılan yerleşimler, bu yerleşimlerde değişe dönüşe barınan mekan pratikleri, sura dair hikayeler, efsaneler ve başrollerindeki evliyalar, şehitler, ermişler, gezenler de zorla yerinden edilirken, surun beri yanında tek sesli bir fetih senaryosu yeniden yazılarak, olup bitenle dalga geçer gibi “son teknoloji bir görsel şölen” olarak inşa edildi. Panaroma 1453- Fetih Müzesi ya da tramvaydaki güzergâh haritasına bakılırsa Historical Museum (Tarih müzesi), surların başına gardiyan olarak atandı. Bu müzeyle, surların Müslüman-Türk bir şehirde bugün ayakta kalabilmesinin vaktinde yeterince yıkılabilmiş olmasından kaynaklandığı üç boyutlu bir dille anlatıldı.

Belgradkapı’da 1953 ten bu yana düzenlenen fetih şenliklerinin kutlamaları ise 2010 kültür başkenti uyarınca geliştirildi. 29 Mayıs sabahı, ortaokul öğrencisi bir kız Belgradkapı’daki fetih şenliklerinde yırtınarak şiir okuyor. Şair gençliği İstanbul’u bir kez daha fethetmeye çağırdıktan sonra, temsili yeniçeriler, sur kapısının önüne dikilmiş temsili suru, temsili olarak patlatıp şehre giriyorlar. Zaten bu temsili surun arkasındaki sur da şenliklerin başladığı yıl yediği restorasyon tokadıyla kendine has bir temsilden ibaret. Sonuç olarak bu temsili coşkuyla izleyen halk gözyaşlarına hâkim olamıyor. Cumhuriyet anıtlarının, Atatürk heykellerinin diktesi altındaki meydanlarda bu defa sahneye,  kendine şişme plastikten İslam mimarisi örnekleriyle,  çini baskılı brandalarla kaplı standlarla yer açmaya çalışan, kendine yeni görünürlük ve temsil biçimleri arayan İslamcı Muhafazakâr hareket çıkıyor. Bulutlardan Atatürk yaparak gönlünü eğleyenlerin karşısına bu defa Müze tavanındaki bulutlardan Fatih çıkıyor.

Eğer şehir parsel parsel paylaşılırken Fetih Müzesi’nin 100 metrekarelik alanında İstanbul halkı şehri fethetmenin sarhoşluğuyla kendinden geçebiliyorsa demek ki kimin gidip kimin kaldığıyla ilgili akıllarda çok da fazla soru işareti yok. Yatay bir eksende şehri örten surların, dikey bir eksende gözetlendiğimiz bir şehirde –ve dünyada- bir anıt olarak neye tekabül edeceğini tahayyül edebilmek için, belki de “360 derecelik bir panaroma”yı bize pazarlamaya çalışan aklın hiç de yeni olmayan dehasını kavramak gerekiyor. Müze’deki “panaroma”nın vaat ettiği ufuk,  hikâyenin tıkandığı yer olan sur hattının yıkılıp aşılmasıyla önümüze seriliverecek. Mutlu sonu bekliyoruz. Hâlbuki hikâyenin asıl heyecanlı yeri şehri bir arada tutan bu modası geçmiş duvarın yıkılmasından sonra başlayacak. Çünkü surların arkasında bir ufuk falan yok, kendisi yepyeni surlardan ibaret bir şehir var arkada.

img. from http://www.superpool.org
SurYapı adlı inşaat şirketinin Ümraniye’deki 60.000 metrekarelik arsası için Superpool ve Bjarke Ingels Group tarafından tasarlanan Suryapı projesinin de surların neyin anıtı olduğuyla ilgili önemli bir önermesi var. Superpool web sitesinde projeyi anlatırken şöyle diyor: “Yönetici gücün kamu yararını korumak konusunda güçsüz kaldığı, hızla büyüyen şehirlerde, mimarlar yapıları bir kentsel yeryüzü şekli gibi ele alarak, sadece bireyleri ve aileleri değil, toplulukları (communities) da barındırabilmelidirler.” Bu temenni etrafında üretilen mimari-ekonomik değer, sözü geçen “topluluk”ların nasıl olup da bir topluluk haline geldiği ya da hangi ortak paydalar etrafında toplaştıkları sorusunu sormasa da, bu topluluğun surlara ihtiyaç duyduğundan emin, surdan bir site yaratmaya soyunuyor. Superpool “Site sakinlerini bloklarla ayrıştırmak yerine, bir topluluk ve mahalle hissiyatı etrafında toplamak” üzere, surlardan ilham alarak, sosyalleşme mekânı olarak öngördüğü yekpare bir yeşil “kurtarılmış” alanı site sakinlerinin kendi evlerinden ördüğü bir surla çeviriyor. Yani “Bin yalıtılmış kule bir şehir etmez” diye yüksek konut bloklarının işlevsizliğine dikkat çekerken, bu kuleleri duvarlarla birleştirip ideal surlar örmeyi öneriyor. Bunu yaparak sadece kapalı sitelerin İstanbul’una değil, şehrin tüm yaşam alanlarına dair “yeni ve yaratıcı” bir çıkarımda bulunuyor.  Suryapı, ortasındaki açık alanla “İslam mimarisine özgü avlunun, Osmanlı bahçesi ve korusu boyutlarına genişletilmiş bir tezahürü olarak, site sakinlerine Sultanların sürdükleri keyfi” vaat edince, insanın aklına ister istemez Sulukule’de inşaat halinde olan “Neo-Ottoman Mahalle” geliyor. Bir tarafta TOKİ, diğer tarafta Superpool gibi sanatla kurumsal bir ilişki içinde ilerleyen bir yapının şehir mekânında ürettikleri benzer değer belki de sözü geçen “topluluklar”ı üreten değerin ta kendisi.

İçeride olması ya da dışarıda kalması gerekenlerin yeniden tanımlandığı ve özenle üretildiği, ayrışmanın retoriğinin bir reklam cıngılına dönüştüğü, kent mekânının düzenlenişinin, mimari estetiğin ardındaki hayal gücünün ve yaratıcılığın bu minvalde güdümlendiği, yeniyi bu sınırlar içinde ürettiği ve pazarladığı pek çok şehirden sadece biri İstanbul. İstanbul’un surlarını, şehri mekân tutan çatışmaların izlerinin ve hayaletlerinin dolduğu bütün çatlak ve delikleriyle şehrin bir arayüzü olarak hayal ettiğimizde, bu eski savunma yapısının ehlileştirilerek bir dekora dönüşmesinin, kentsel mekânla kurduğumuz bağların altüst olma sürecine işaret ettiği apaçık. Bu yüzden surlar belki de şehirdeki çatışmaların, karşılaşmaların, yüzleşmelerin, müzakerenin insani boyutlarda gerçekleşebildiği bir şehirlilik anlayışının son kalesi olacak.  

2 Tem 2011

uzun bakış kısa bakış

Knut Asdam'ın iki filmi Depo'da: Abyss ve Tripoli. Temmuz sonuna kadar açık olacak sergi.


Küratör: Pelin Tan
18 Haziran – 31 Temmuz 2011

Panel ve Açılış: 18 Haziran 2011 Cumartesi, 17:30
Panel konuşmacıları: Knut Åsdam,Pelin Tan, Simon Sheikh, Tuna Erdem
 

  


Abyss [Abis], 2010, 43’
Abyss, Londra’nın doğusunda yer alan Thames Gateway ve yeni inşa edilen Olimpik Alan etrafında çekildi. Film, farklı göçmenlik hallerinin – insan hareketlerinin ve para ve iktidarın dolaşımının; aynı zamanda farklı bir düzeyde, imgelemde gerçekleşen göçün – etkisi altında bir kentsel gerçekliği tasvir ediyor. 43 dakikalık deneysel film ve yerleştirme, Londra’nın doğusunda, tekil bir eylemiliğin kontrolünden çok uzakta, dil, maddiyat ve anlama az çok hâkim bir grup insanı izliyor.

Tripoli [Trablus], 2010, 24’

Tripoli, yakın geçmişimizin muhafaza edilmiş kalıntılarına bakarak siyasi tarihi ve mimari izleri vurguluyor. Kuzey Lübnan’da yer alan Trablus kentinde, dünyanın en özgün ve iddialı mimari projesinin kalıntılarını bulabilirsiniz. Bu kalıntılar, Brezilyalı mimar Oscar Niemeyer’in 1966’da tasarladığı ve inşaatı 1975 yılında başlayan Lübnan iç savaşı nedeniyle yarım kalan uluslararası fuar alanının binalarıdır. İç savaş sadece büyük projenin inşaatının durmasına neden olmamış, aynı zamanda bu alanın cephane deposu, helikopter pisti gibi farklı askerî amaçlar için kullanılması anlamına gelmiştir. Kısmen bir mimari belgesel, kısmen şizoid bir dram olan film, tekinsizlik, ayrışmışlık ve şiddetin öyküsü üzerine bir algı alanı yaratmaya çalışıyor.
www.knutasdam.net/index.php?/film/tripoli/

31 May 2011

ışıkların ardında kalan ŞİŞHANE

fot. Arif Yaman









                                                                                                   









Galata Fotoğrafhanesi Multimedya Atölyesi son birkaç sene içinde emlak patlaması yaşayan Galata-Şişhane bölgesindeki  küçük üretimi anlatıyor. Malum avizeciler ve aydınlatmacıların bölgede 100 seneyi aşkın bir geçmişleri var fakat satışın öncesindeki üretim aşamalarının mekânları olan küçük atölyelerin bölgeye yerleşen oteller, moda tasarım mağazaları ve muhtelif turistik işletmelerin yanında pek uzun bir geleceği yok gibi gözüküyor. Aslı Kıyak'ın 2006'dan bu yana sürdürdüğü Made in Şişhane projesi, bölgedeki küçük üretim ve zanaat mirasına yerel yönetimin ve tasarımcıların dikkatini çekmeye çalıştı ve yakında bölgede yaptıkları çalışmaları anlatan bir kitap  yayınlayacaklar. GFFA'dan Deniz Pekkıyıcı, Arif Yaman, Hande Altay ve Arif Çizmecioğlu Made in Şişhane için bölgedeki küçük üretimi fotoğrafladı. Galata Fotoğrafhanesi Multimedya Atölyesi ise 6 dakikalık bir multimedya belgesel hazırladı. Documentarist kapsamında iki gösterim olacak: 2 Haziran'da  Aksanat'ta ve 5 Haziran'da  Pera Müzesinde...

Belgeselin kurgusu sürerken Galata Fotoğrafhanesi de kendi taşınma hazırlıklarına başladı. Fotoğrafhane birkaç hafta içinde Serdar-ı Ekrem Sokak'taki 9 senelik mekanından ayrılacak.



7 Nis 2011

Ben Tanığım

Gazeteci, fotoğrafçı Ahmet Şık’ın çektiği fotoğraflar'dan oluşan "Ben Tanığım" 8 Nisan Cuma saat 19.00‘da, Şık’ın tutukluluğun 38. gününde Karşı Sanat’da açılacak. Sonrasında mekan mekan gezecek.  Ahmet Şık’ın fotoğrafçı arkadaşları 9 Nisan Cumartesi günü saat 12.30’da yine Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelecek Galatasaray Postanesi’nden Ahmet'e fotoğraf gönderecek. Ahmet'in çektiği fotoğraflar Nisan - Mayıs ayları boyunca, İstanbul’da sokaklarda yürüyecek.








Karşı Sanat Galerisi (Gazeteci Erol Dernek Sokak No:11 Beyoğlu) Açılış: 8 Nisan Cuma saat 19:00
16-22 Nisan Evrensel Sanat Galerisi (Kamerhatun Mahallesi, Alhatun Sokak, No:25
Tarlabaşı / Beyoğlu)
Açılış: 16 Nisan Cumartesi saat 14:00

Yürüyen Sergi Etkinliği: 16 Nisan Cumartesi saat 13:00
Galatasaray Meydanı – Evrensel Sanat Galerisi

23-29 Nisan Kazım Koyuncu Kültür Merkezi (Caferağa Mah. Mühürdar Cad. No 95 / A
Caferağa / Kadıköy)
Açılış: 23 Nisan Cumartesi saat 14:00

Yürüyen Sergi Etkinliği: 23 Nisan Cumartesi saat 13:00
Kadıköy Beşiktaş Vapur İskelesi – Kadıköy Postanesi-Kazım Koyuncu K.M.

03-08 Mayıs Nazım Hikmet Kültür Merkezi (Ali Suavi Sokağı (Sanatçılar Sokağı), No: 7
Kadıköy)
Açılış: 03 Mayıs Salı saat 19:00

Yürüyen Sergi Etkinliği: 03 Mayıs Salı saat 16:00
Kadıköy Postanesi-Kazım Koyuncu K.M. – Nazım Hikmet K.M.

Bilgi Üniversitesi Santral Kampüsü (Eski Silahtarağa Elektrik Santralı Kazım
Karabekir Cad. No: 2/13 Eyüp)
Bilgi Üniversitesi’ndeki sergi tarihi daha sonra duyurulacak.

25 Mar 2011

bandrolsüz#2

25-26 Mart 14:00- 21:00
27 Mart 14:00-19:00
Apartman Projesi'nde
Bandrolsüz, kitap ve çoğaltmaların satışı ve dağıtımı 
için bir imkan oluşturmayı amaçlar. 
Elektronik yayınların ve dergilerin basılı 
işlerin yerine geçmeye başladığı bir zamanda 
kitabı bir mecra ve bir mekan olarak değerlendiren
 küçük ölçekli bağımsız yayıncıların, dağıtım şirketleri
 ve zincir kitap evlerinden uzakta kendilerine
oluşturdukları bir alandır. Farklı mekanlarda satış
etkinlikleri, atölye çalışmaları ve konuşmalar ile alternatif 
üretimlere dikkat çekmeyi, yeni üretimler 
için kaynak yaratmayı ve kitap sevenler için yeni buluşma imkanları 
yaratmayı amaçlar. Bandrolsüz, Şubat 2011'de Bakkal Press, 
Folio Magazine, Onagöre, REC Collective ve Too Many Books'un 
çabalarını birleştirmeleri ile bir araya gelmiş bir kollektiftir.

3 Mar 2011

emek için


fot. yücel tunca

25 Şub 2011

bu da 5366'ya kapak olsun

Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında

5 Şub 2011

baş aşağı anıt'ın surlara dönüşü


Bob Kiremitfırıncısı'nın yardımıyla evlere servis Baş Aşağı Anıt, birinci tur.




3 Şub 2011

surlarda neler oluyor?

2 Şubat Çarşamba, 
Ayvanaray'dan Yedikule'ye surdibi yoklaması.
Sulukule villası
yedikule, bostan manzaralı lüks konut
silivrikapı'da hazırlıklar
belgradkapı
topkapı'nın yeni toplantı ve düğün mekanı, sur hendeği ve sosyal tesisler

fotoğraf notları'nın 5. sayısı çıktı

“Başakşehir ya da İstanbul 2.0 Beta” Ayşe Çavdar yazıyor 
Sevgi Ortaç fotoğraflıyor. “Gedikpaşa’dan Şişhane’ye:
Üretimi şehirden koparmak” Aslı Kıyak İngin yazıyor, Fatih Pınar
fotoğraflıyor. “Bir siyasi siluet olarak TOKİ” Ayşe Çavdar 
yazıyor, Sulukuleli çocuklar fotoğraflıyor. Derya Nuket Özer
"kutsallaşmış yapıdan insana yönelen bir korumacılık anlayışı" 
için yazıyor. Ayşe Seda Yüksel Diyarbakır Suriçini, 
Sevgi Ortaç İstanbul'un surdibini anlatıyor....Tarlabaşı, 
Gülsuyu-Gülensu, Okmeydanı dosyaları da 5. sayıda.