fotoğraf notları/aralık 2010 ve the new city reader 2012
English Version here
dikine büyüyen şehrin enine direnen savunma yapısı
Şehrin ortasında dikilen dev bir kütle. Bir türlü sığamadığımız, itiş kakış paylaşamadığımız şehirde, gölgesi 7 kilometreye 40 metrelik bir alana düşen bir yapıya ancak yeryüzü şekli denebilir. Demezsek kavga çıkar. Surlar bu büyük kavgadan ne kültürel miras başlığıyla, ne de turistik bir cazibe nesnesi olarak kurtulamaz. Savunmanın, ayrışmanın, korunmanın anlamlarının değiştiği bir şehirde içeridekileri dışarıdakilerden, düzeni bilinmezlikten, medeniyeti yabaniden ayırmakla görevli surlar da dönüşmek zorunda.
Şu sıra sur dibine yapılan dev buz pateni pistiyle Ali’nin sura bitişik evi karşılıklı bakışıyorlar; aslında ikisi de teknik olarak kaçak. İktidarın ürettiği enformel ile Ali’nin ürettiğini yan yana getiren mekan, yakın bir zamana kadar şehrin çeperi, istenmeyen ya da gözden çıkarılmış bir alan, bir geçiş ve eşik izlenimi veren sur boyu. Kaldı ki sur sadece bir alan olarak değil bir destek yapısı olarak da iş görüyor. Beyazıt’tan kovulup Merkez Efendi’ye, oradan kovulup “son kale”ye sığınan bitpazarını pazar sabahı zabıta basıyor, eline geçeni ateşe veriyor. Ateşten kapkara olmuş sur duvarı, tarihi eserle, çatışma ortasında yanan bir barikat olmak arasında savruladursun, sonunda bitpazarı yerinden olsa da ertesi gün bitpazarının terk ettiği hendekte Çingene çadırları kuruluyor. Sur tüm mekânsallığıyla seyirlik bir dekor haline gelmeye direniyor. Kendisine eklemlenen ve kendisinden beslenen pek çok barınma yapısını, enformel ekonomiyi ve efsaneleşmiş şehir tarihini mimari anlatısının özündeki savunma işleviyle çevreliyor. Dolayısıyla bugünün İstanbul’unda hala yıkılması, aşılması hedeflenen sakıncalı bir çarpışma ve yüzleşme alanı sur. Her sokağı kameralarla izlenmeye çalışılan bir şehirde; kapıları, hendekleri, duvarları, mahzenleri, dehlizleriyle şehrin ortasında dev bir labirent ve bugün de arkasında saklanılıp, içinde kaybolunabilecek, sürekli yenilenen bir savunma yapısı. Ne Menderes yıkımları, ne Dalan’ın şehre yeni surlar örme planı, ne inşaat şirketlerine yedirilen Unesco yardımları ne de surlara yöneltilen dev ışık kaynakları surları dize getirmeyi başaramadı.
Nihayetinde suru yaşar kılan çevreyi külliyen kurutma faaliyetlerinin yeni bir aşamasındayız. Sulukule yıkımları bunlardan sadece bir tanesiydi. Sulukule’deki arkeolojik buluntular süreci biraz yavaşlatsa da inşaatı durduramadı, çünkü arkeolojik kazı çukurunu balonlarla süsleyip, açılış günü temel atma çukuru olarak kullanabilen bir zihniyetle karşılaştı. Fakat Marmaray Projesi Yenikapı’daki buluntulara toslayınca, Yedikule’de metro inşaatıyla sur arasında sıkışan birkaç eski ev biraz daha vakit kazandı. Bütün gözler Sulukule’nin üzerindeyken, sur boyunda, Mevlevihanekapı’da, Belgradkapı’da Yedikule’de, Edirnekapı’da küçük şantiye alanları belirdi, evler arsalar el değiştirdi, kaşla göz arasında yıkıldı, yıkılacak. Suru yaşar kılan yerleşimler, bu yerleşimlerde değişe dönüşe barınan mekan pratikleri, sura dair hikayeler, efsaneler ve başrollerindeki evliyalar, şehitler, ermişler, gezenler de zorla yerinden edilirken, surun beri yanında tek sesli bir fetih senaryosu yeniden yazılarak, olup bitenle dalga geçer gibi “son teknoloji bir görsel şölen” olarak inşa edildi. Panaroma 1453- Fetih Müzesi ya da tramvaydaki güzergâh haritasına bakılırsa Historical Museum (Tarih müzesi), surların başına gardiyan olarak atandı. Bu müzeyle, surların Müslüman-Türk bir şehirde bugün ayakta kalabilmesinin vaktinde yeterince yıkılabilmiş olmasından kaynaklandığı üç boyutlu bir dille anlatıldı.
Belgradkapı’da 1953 ten bu yana düzenlenen fetih şenliklerinin kutlamaları ise 2010 kültür başkenti uyarınca geliştirildi. 29 Mayıs sabahı, ortaokul öğrencisi bir kız Belgradkapı’daki fetih şenliklerinde yırtınarak şiir okuyor. Şair gençliği İstanbul’u bir kez daha fethetmeye çağırdıktan sonra, temsili yeniçeriler, sur kapısının önüne dikilmiş temsili suru, temsili olarak patlatıp şehre giriyorlar. Zaten bu temsili surun arkasındaki sur da şenliklerin başladığı yıl yediği restorasyon tokadıyla kendine has bir temsilden ibaret. Sonuç olarak bu temsili coşkuyla izleyen halk gözyaşlarına hâkim olamıyor. Cumhuriyet anıtlarının, Atatürk heykellerinin diktesi altındaki meydanlarda bu defa sahneye, kendine şişme plastikten İslam mimarisi örnekleriyle, çini baskılı brandalarla kaplı standlarla yer açmaya çalışan, kendine yeni görünürlük ve temsil biçimleri arayan İslamcı Muhafazakâr hareket çıkıyor. Bulutlardan Atatürk yaparak gönlünü eğleyenlerin karşısına bu defa Müze tavanındaki bulutlardan Fatih çıkıyor.
Eğer şehir parsel parsel paylaşılırken Fetih Müzesi’nin 100 metrekarelik alanında İstanbul halkı şehri fethetmenin sarhoşluğuyla kendinden geçebiliyorsa demek ki kimin gidip kimin kaldığıyla ilgili akıllarda çok da fazla soru işareti yok. Yatay bir eksende şehri örten surların, dikey bir eksende gözetlendiğimiz bir şehirde –ve dünyada- bir anıt olarak neye tekabül edeceğini tahayyül edebilmek için, belki de “360 derecelik bir panaroma”yı bize pazarlamaya çalışan aklın hiç de yeni olmayan dehasını kavramak gerekiyor. Müze’deki “panaroma”nın vaat ettiği ufuk, hikâyenin tıkandığı yer olan sur hattının yıkılıp aşılmasıyla önümüze seriliverecek. Mutlu sonu bekliyoruz. Hâlbuki hikâyenin asıl heyecanlı yeri şehri bir arada tutan bu modası geçmiş duvarın yıkılmasından sonra başlayacak. Çünkü surların arkasında bir ufuk falan yok, kendisi yepyeni surlardan ibaret bir şehir var arkada.
SurYapı adlı inşaat şirketinin Ümraniye’deki 60.000 metrekarelik arsası için Superpool ve Bjarke Ingels Group tarafından tasarlanan
Suryapı projesinin de surların neyin anıtı olduğuyla ilgili önemli bir önermesi var. Superpool web sitesinde projeyi anlatırken şöyle diyor: “Yönetici gücün kamu yararını korumak konusunda güçsüz kaldığı, hızla büyüyen şehirlerde, mimarlar yapıları bir kentsel yeryüzü şekli gibi ele alarak, sadece bireyleri ve aileleri değil, toplulukları (communities) da barındırabilmelidirler.” Bu temenni etrafında üretilen mimari-ekonomik değer, sözü geçen “topluluk”ların nasıl olup da bir topluluk haline geldiği ya da hangi ortak paydalar etrafında toplaştıkları sorusunu sormasa da, bu topluluğun surlara ihtiyaç duyduğundan emin, surdan bir site yaratmaya soyunuyor. Superpool “Site sakinlerini bloklarla ayrıştırmak yerine, bir topluluk ve mahalle hissiyatı etrafında toplamak” üzere, surlardan ilham alarak, sosyalleşme mekânı olarak öngördüğü yekpare bir yeşil “kurtarılmış” alanı site sakinlerinin kendi evlerinden ördüğü bir surla çeviriyor. Yani “Bin yalıtılmış kule bir şehir etmez” diye yüksek konut bloklarının işlevsizliğine dikkat çekerken, bu kuleleri duvarlarla birleştirip ideal surlar örmeyi öneriyor. Bunu yaparak sadece kapalı sitelerin İstanbul’una değil, şehrin tüm yaşam alanlarına dair “yeni ve yaratıcı” bir çıkarımda bulunuyor.
Suryapı, ortasındaki açık alanla “İslam mimarisine özgü avlunun, Osmanlı bahçesi ve korusu boyutlarına genişletilmiş bir tezahürü olarak, site sakinlerine Sultanların sürdükleri keyfi” vaat edince, insanın aklına ister istemez Sulukule’de inşaat halinde olan “Neo-Ottoman Mahalle” geliyor. Bir tarafta TOKİ, diğer tarafta Superpool gibi sanatla kurumsal bir ilişki içinde ilerleyen bir yapının şehir mekânında ürettikleri benzer değer belki de sözü geçen “topluluklar”ı üreten değerin ta kendisi.
İçeride olması ya da dışarıda kalması gerekenlerin yeniden tanımlandığı ve özenle üretildiği, ayrışmanın retoriğinin bir reklam cıngılına dönüştüğü, kent mekânının düzenlenişinin, mimari estetiğin ardındaki hayal gücünün ve yaratıcılığın bu minvalde güdümlendiği, yeniyi bu sınırlar içinde ürettiği ve pazarladığı pek çok şehirden sadece biri İstanbul. İstanbul’un surlarını, şehri mekân tutan çatışmaların izlerinin ve hayaletlerinin dolduğu bütün çatlak ve delikleriyle şehrin bir arayüzü olarak hayal ettiğimizde, bu eski savunma yapısının ehlileştirilerek bir dekora dönüşmesinin, kentsel mekânla kurduğumuz bağların altüst olma sürecine işaret ettiği apaçık. Bu yüzden surlar belki de şehirdeki çatışmaların, karşılaşmaların, yüzleşmelerin, müzakerenin insani boyutlarda gerçekleşebildiği bir şehirlilik anlayışının son kalesi olacak.